Anayasalar neden vardır? Anayasa olmadan bir devlet ayakta kalabilir mi? Yazılı olmayan anayasa olabilir mi? Anayasaların varlık sebebi nedir? Hukuk devleti anayasasız gerçekleştirilebilir mi? Anayasal devlet ile anayasalı devlet ne demektir? Anayasa ve anayasa yargısı arasındaki ilişki nedir? Anayasa yargısı olmadan anayasalar ayakta kalabilir mi? Bu ve benzeri soruların cevabı insanlık tarihinin son 100 yılında çok daha net bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Temel bir kabul olarak şunu ifade edelim ki; anayasalar günümüz liberal kapitalist dünyasında toplumsal bir sözleşme olarak kabul edilmekte, yönetenler ve yönetilenlerin sınırlarının çizildiği bir belge olarak takdim edilmektedir. Fakat bunun ötesinde daha çok devletin sınırsız olarak anlaşılan güç ve kuvvetinin kısıtlandığı bir mekanizmayı inşa eden araç olarak görülmektedir.
Hukuk devletine giden yolda bugünün dünyasında bireylerin hakkını devlete karşı korumanın yegâne yolu anayasalarda devletin yetkilerinin sınırlandırılması ve bireysel özgürlüklerin korunmasıdır. Elbette ki bu kuralların sadece yazılı metinlerde kalmayıp uygulamaya geçerek gerçek anlamda bireyleri devlete karşı koruyan sistem nasıl kurulacaktır?
Anayasaların neden gerekli olduğunun özü burada yatmaktadır. İnsanlık var olduğundan beri en küçük kabileden en büyük devlet yönetimine kadar ama açık ama örtülü hep kurallar konularak kurulu düzeninin devam etmesine çalışılmıştır. Bu kurallar bazen açık ve net bir şekilde metinlere geçirilmiş bazen de gelenek ve örfler aracılığıyla ayakta tutulmuştur. Özetle, dünden bugüne yöneten ve yönetilenin olduğu her yerde mutlaka kurallar ikame edilmiştir. Bunun adına ister anayasa isterseniz başka bir şey deyin. Nihayetinde yöneten ve yönetilenler arasında çizgilerin konulduğu yazılı veya yazısız kurallar silsilesi toplumlarda mutlaka var olmuştur.
Bir anlamda anayasaların varlık sebebi dün devletlerin kuruluş felsefesini göstermek ise bugün bireyleri devlete karşı koruyan esaslı belgeler haline gelmesidir. Bir nevi gerçek anlamda anayasalar, toplumsal sözleşmeden toplumsal mutabakata dönüşen bir değişim belgesi haline gelmiştir denilebilir. Günümüzde, hukuk devletinin anayasal devlet olmadan gerçekleşmeyeceği şeklinde genel-geçer bir görüş vardır. Burada anayasal devlet ile anayasalı devletin farkını da ifade edecek olursak; bugün dünyadaki her devletin anayasası vardır, yani her devlet anayasalı devlettir ama her devlet anayasal devlet değildir. Hukuk devleti adil olan ve bireylere karşı eşit davranan devlettir. Hukuk devletlerinde “masumiyet karinesi”, “adil yargılanma hakkı”, tutuklamaların “somut delillere dayanacağı”, “Tutuksuz yargılama esastır.”, “Şüpheden sanık yararlanır.” ilkeleri mevcuttur. Bu ilkeler genel geçer evrensel ilkelerdir. Öngörülebilirlik ve hukuk güvenliği, hukuk devletinin en önemli meselesidir.
Anayasaları ayakta tutan anayasa yargısının işlev ve etkinliği, o ülkede yaşayan bireylerin anayasaya aykırılık iddiasıyla bir uygulamayı ister ilk derece mahkemelerinde isterse yüksek mahkemeler önünde bireysel başvuru yollarını kullanarak iptal ettirebilmesidir. Bireysel başvurunun etkin olmadığı durumlarda anayasanın sadece metinlerde yazılı bir belgeden öteye geçemeyeceği apaçıktır. İkinci Dünya Savaşı sırasında azınlıklara karşı yapılan insanlık dışı uygulamalar bunu net olarak ortaya koyduğundan, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hemen hemen her ülkede bireysel başvuru yoluyla anayasaya aykırılık iddiasıyla bireysel özgürlükler korunma altına alınmaya başlanmıştır.
Anayasal devletlerde yüksek mahkemeler veya anayasa mahkemelerinin -özellikle kriz dönemlerinde- hukuk devleti prensiplerini ayakta tutabildiği sürece toplum nazarında meşruiyetlerini güçlendirecekleri gerçeğini kabul etmek gerekir. Demek ki yazılı bir anayasanın varlığı da yeterli olmamaktadır, anayasa yargısı kesin ve net olarak bireysel başvuru yolunun etkili bir şekilde kullanılmasını sağlamalıdır. Her devletin anayasası olabilir ama anayasal devlet olmak hukuk devleti olmakla ilişkilidir. Hukuk devleti de kuralları adil ve eşit şekilde bireylere uygulayan devlet demektir. Bundan sonraki süreçte kanaatimce “Anayasa Yargısının” önem kazanacağı ve bireysel başvuru yollarının çokça işletileceği bir döneme giriyoruz. Günümüz dünyası bireysel özgürlüklerin ön planda olduğu “ADALET VE EŞİTLİK” kavramlarının önem kazandığı bir dönem. Bu ilkeleri hayata geçiremeyen sistemler tarih sahnesinden silinmeye mahkumdur. “ADALET” ve “EŞİTLİK” kavramlarının vücut bulduğu yer ANAYASA YARGISIDIR. Anayasa Yargısı, “DEVLET” sistemi içinde bu iki kavramın hayata geçirilmesini sağlayan en önemli denetim organlarının başında gelir. Şahsi kanaatim “TOPLUMSAL SÖZLEŞMEYE” onay veren toplumdaki bireylerin “VİCDANI” bu kavramların toplumda hayat bulmasının yegâne aracıdır.
Av. Yılmaz Geniş














Leave a Reply