İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve bazı ilçe belediyelerine yönelik olarak başlatılan yolsuzluk soruşturması kapsamında 38 kişinin gözaltına alınması, kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Gözaltına alınanlar arasında belediye çalışanları, şirket yöneticileri ve kamu görevlileri yer alıyor. Ancak, soruşturmanın kapsamı kadar, yürütülme biçimi, zamanlaması ve hukuki usullerle ilişkisi de ciddi biçimde tartışma konusu olmuş durumda. Henüz yargı süreci başlamadan, şüpheliler hakkında kamuoyunda suçlu imajı oluşturulması, masumiyet karinesine açık bir aykırılık teşkil ediyor. Oysa unuttuğumuz şey şu kişi, ancak bağımsız bir mahkemede, adil bir yargılamayla suçlu bulunursa suçludur. Bu durum durum hukuk devleti ilkesinin gereğidir, bu ilke yalnızca bireyleri korumak için değil, toplumsal barışı ve adalet duygusunu sağlamak için de vazgeçilmezdir.
Usul, Esastan Önce Gelir
Ceza hukuku yalnızca suçluları cezalandırmak amacıyla değil aynı zamanda masumları korumak için vardır. Bu bağlamda, soruşturmanın şekli ve izlenen yöntemler, en az içeriği kadar önemlidir. Eğer usul kuralları ihlal edilirse, elde edilen sonuçların hukuki meşruiyeti de tartışmalı hale gelir. Örneğin, sabaha karşı yapılan ev baskınlarında avukata dosya gösterilmemesi, gözaltı gerekçelerinin “kopyala-yapıştır” mantığıyla hazırlanması, ciddi bir adli usul sorunu doğurmaktadır. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 91. maddesi açık biçimde, bir kişinin özgürlüğünün ancak belirli ve somut koşullarda sınırlandırılabileceğini belirtir. Bu sınırlar, kolluk kuvvetlerini, savcıları ve tüm adli süreci bağlar. Aksi durumda, yalnızca bireylerin değil, anayasal düzenin de zarara uğradığı bir tablo ortaya çıkar.
• Yargı Süreci Başlamadan Medyada Mahkumiyet
Operasyon kapsamında gözaltına alınan kişilerin, henüz yargı önüne çıkmadan medyada suçlu gibi gösterilmesi, hem insan hakları hem de anayasal güvenceler açısından ciddi sorunlar barındırıyor. Özellikle isimlerin açık şekilde kamuoyuyla paylaşılması ve kişilerin kelepçeli halde medyanın önünde teşhir edilmesi, masumiyet karinesi, orantılılık ilkesi ve insan onuru açısından ciddi bir ihlal anlamına gelmektedir.
• Seçim Sonrası Zamanlama ve Siyasi Algılar
Soruşturmanın 2024 yerel seçimlerinin hemen ardından başlatılması, operasyonun zamanlaması açısından kamuoyunda ciddi şüpheler doğurmuştur. Yargının siyasal gelişmelerle paralel hareket etmesi, ceza hukukunun tarafsızlık ilkesine gölge düşürmektedir. Adaletin sağlanabilmesi için yargı süreçlerinin, siyasi değil, hukuki gerekçelerle yönlendirilmesi zorunludur.
• Gözaltı Sürecindeki Usulsüzlükler
Toplu gözaltı kararlarının benzer ve gerekçesiz içeriklerle hazırlanması, bireysel suç isnadından çok, kolektif cezalandırma görüntüsü vermektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 91. maddesine göre her şüpheli için somut şüphe sebepleri ortaya konulmalıdır. Ayrıca, avukatlara soruşturma dosyasına erişim izni verilmemesi, savunma hakkını doğrudan ihlal etmekte ve adil yargılanma ilkesine zarar vermektedir.
• Adli Kolluk Uygulamaları ve Siyasi Etki
Soruşturma sürecinde adli kolluk görevlilerinin belediye binalarında yaptığı aramalara ilişkin basına yansıyan görüntüler, tarafsızlık ilkesine gölge düşürmüştür. Ayrıca İçişleri Bakanı’nın, soruşturma devam ederken yaptığı açıklamalar, yargı bağımsızlığına müdahale algısını güçlendirmiştir. Bu tür açıklamalar, kuvvetler ayrılığı ilkesinin ihlali anlamına gelebilir.
• Toplumsal Güven ve Hukuka Duyulan İnanç
Yargı süreçlerinin siyasi hesaplaşma zemini olarak kullanıldığı algısı, yalnızca bireylerin mağduriyetine değil, aynı zamanda yargıya duyulan toplumsal güvenin zedelenmesine yol açmaktadır. Hukukun araçsallaştırılması, uzun vadede demokratik kurumların işlevselliğini ortadan kaldırabilir. Hukuk devleti, eşitlik, yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı ilkeleri üzerinde yükselir. Bu ilkelerin ihlali, yalnızca bugünün değil, geleceğin adalet sistemini de tehdit eder.
Netice itibariyle; İstanbul’daki soruşturma süreci, yalnızca iddiaların içeriğiyle değil, aynı zamanda yürütülüş şekliyle de dikkatle ele alınmalıdır. Adalet, hem yöntemi hem de amacı itibarıyla meşru olmak zorundadır. Suç varsa elbette yargılanmalı ve cezalandırılmalıdır. Ancak bu süreç, yalnızca siyasi gündeme hizmet eder şekilde yürütülüyorsa, yargı bağımsızlığının değil, siyasi gücün aracı haline gelmiş olur. Hukuk, iktidarların değil toplumun ortak değeridir. Bu değer, ancak herkes için geçerli olduğunda anlam kazanır.
Leave a Reply